USAT VE YOZGAT İSYANI ÜZERİNE KISA BİR DENEME
Her
insan,
insan,
içinde
bir
bir
eşkıya
barındırır..
“Usat”, “asi” kelimesinin çoğulu olup Siyami YOZGAT’ın
yazdığı ve Yozgat isyanını anlatan romanın da ismidir. Kün yayıncılık tarafından basılmış kitap 590
sayfadır. Kapağına resmedilmiş tırısa kalkmış atlar üzerindeki silahlı süvarilerin
belli belirsiz hafif yana yatmış bedenleri ve yüzlerinin kapalı durumları
insanda heyecan uyandırıyor kitabı okumaya başlamadan önce.
Arka yüzde yazar, küçüklüğünde nenesinin anlattığı
hikayelerden bahsederken aslında romanın içeriği hakkında da ipuçları verir
okuyucuya. Çocukluğunda dinlediği eşkıya öykülerinden aldığı hazdan bahseder
önsözde ve nihayetinde romanın çıkış öyküsünü kazır zihinlerimize Haceli’nin odada.
Türk Edebiyatındaki hiç de alışık olmağımız bir biçimde ayrıntılı bir önsöz karşılar
okuyucuyu kapıda, sıcak ve içten bir çabayla.
Önsözün ardından “Usat”ın çıkışına kaynaklık eden Kara
Mehmet’in –Kara Mehmet namı değer Celeboğlu yazarın dedesidir- el yazması
defterinden bahsedilir ve “isyan sadır oldu ise…” sözü ile başlayan roman yine
bu sözle biter.
Roman Birinci Kitap, İkinci Kitap diye iki bölüme ayrılmıştır.
Birinci bölümde ‘Çapanoğlu İsyanı’ özellikle Edip Bey ön planda tutularak
anlatılmış, ikinci bölümde isyanın Çerkez Ethem kuvvetleri tarafından
bastırılması sonucu dağlarda evvelce varlığını sürdüren ve isyandan sonra da
Deveci Dağı’nı mesken tutan dağlar padişahı Aynacıoğlu ve diğer eşkıyaların yaşantısı
anlatılır.
Kırk altı bölümden oluşan Birinci Kitap Çapanoğlu Edip Bey’in
ve seyrettiği Çamlık’ın kısa tasviri ile başlar. Bu bölümde Edip Bey dışında
öne çıkan iki isim daha vardır: Celal Bey ve kardeşi Halit Bey. Aslında birinci
kısım bu üç kardeşin dramatik öyküsüdür.
Bütün Anadolu topraklarında olduğu gibi Yozgat topraklarında
da vatanın milletin bölünmez bütünlüğünün tehlikede olduğuyla ilgili haberler
verilmiş ve bu bağlamda Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurulması çalışmalarına
başlanmıştır. Bu çalışmalar çerçevesindeki ilk toplantıya Çapanoğlu ailesinin önde
gelenleri de davet edilir. Toplantı sonunda vatanın kurtuluşu için birlik-beraberliğin
korunacağı vurgulanmış ve oy birliğiyle bazı kararlar alınmıştır. Alınan kararlar için görev paylaşımı yapılmış ve bu
kararlar şevkle uygulanmaya başlanmıştır. Buraya kadar olağan dışılık yoktur.
Heyet-i Temsiliye adında bir oluşum için Yozgat’tan da
milletin seçeceği kişilerin tez zamanda milleti temsilen Ankara’ya gönderilmesi
gerektiğiyle ilgili telgrafın gündeme gelmesinden sonra Yozgat Müdafaa-yı Hukuk
Cemiyetinde farklı sesler çıkmaya başlar. Özellikle Çapanoğlu Celal Bey ile Müftü
Mehmet Hulusi Bey’in kişisel husumetleri
sonucu üstesinden gelinebilecek bu farklılıklar fitnecilerin de körüklemesiyle
derin ayrılıkların ortaya çıkmasına neden olur. Nihayetinde Çapanoğlu ailesi bir
şekilde bu ittifakın dışında kalır.
Bizzat Mustafa Kemal tarafından iletilen birlik beraberlik tekliflerine
de kayıtsız kalan Çapanoğlu ailesinin tutuklanıp Ankara’ya gönderilmesi gündeme gelir ve bu bardağı
taşıran son damla olur. Bir gece vakti Edip Bey, Celal Bey ve Halit Bey gizlice
şehri terk ederler. Yedi düvele ‘hilafet ordusu’ kurulacağına dair haber salarlar
gizlendikleri yerden. Dağlar Padişahı Aynacıoğlu ve diğer namlı eşkıyanın da
desteğiyle güçlenen usat, savaş için yeteri kadar malzeme ve donanıma sahip
olunca da Kılıç Ali Bey’e bırakılan Yozgat’ı kongrecilerden almak; daha sonra Mustafa
Kemal’in başına Ankara’yı yıkmak kararlığıyla yola çıkar. Yozgat kısa zamanda
Çapanoğlu ailesinin eline geçer. Bu olay şehirde büyük bir sevinçle
karşılanırken Ankara’nın olup bitenleri korkuyla seyretmekten başka çaresi
yoktur. Çünkü Ankara’ya bağlı bütün kuvvetler batıda Yunan’a karşı mücadele
vermektedir. Mustafa Kemal, kolay olmasa da, Yozgat ve çevresindeki isyanı
bastırmak için Çerkez Ethem’i ikna etmeyi başarır. Bu sırada Mustafa Kemal’in Çerkez
Ethem rahatsızlığı ilk defa gün yüzüne çıkar.
Organizeli Çerkez Ethem kuvvetleri sayı ve donanımca
üstünlüğünü de avantaja dönüştürerek çok kanlı çarpışmaların ardından Yozgat’ı
isyancılardan geri alır. Çok büyük zulümler ve yağmalar yapılır Çerkez
kuvvetleri tarafından. Yozgat şehrinin öz sermayesi Çerkez Ethem’in
kağnılarıyla Yozgat dışına çıkarılır. Çapanoğlu ailesi ise çaresizlik içinde
bilinmezin ve fukaralığın korkunçluğuna terk edilir. Kimisi çok uzak köylere
sığınır, kimi sürgüne gönderilir, kimi yakalanıp idam edilir.
İkinci Kitap ise yirmi bölümden oluşur. İsyancıların tasfiye
edilmesinden sonra dağları mesken tutan eşkıyanın öyküsüdür İkinci Kitap. Yapılan
tasvirler etkileyicidir gerçekten. Dağ ve insanın bütünleşmesiyle başlar, dağ
ve insanın makus ayrılığıyla biter bu kısım.
Deveci dağını mesken tutmuş eşkıya başı Aynacıoğlu Mehmet
ile Katil İlyas, Küçük Ağa, Deli Hacı gibi namlı onlarca eşkıyanın başkaldırı
ve çaresizliklerinin öyküsüdür İkinci Kitap.
Yazar dilden dile anlatıla gelen eşkıya öykülerini bu
bölümde akıcı ve otantik bir anlatımla gözler önüne serer.
Eşkıya, Deveci’de toparlanmaya başlamıştır. Kendilerine tabi
olan yüzlerce kişiyle hâlâ taşları yerinden oynatabilecek güçtedir usat. Bu
kalabalığa baş olabilecek Çapanoğlu Halit Bey’in de yakalanması morallerini
bozsa da umutla diğer Çapanoğlu beylerinin dönmesini bekler eşkıya. Zaman bu
umudun en büyük düşmanı olmuştur. Batıdaki Kuva-i Milliye birliklerinin
başarası ve bu hareketin güçlenmesi halkın gözünde isyancıların
değersizleşmesine neden olmuştur. Mustafa Kemal’in gönderdiği “gelin birlikte Yunan’a
karşı savaşalım” teklifinin Aynacıoğlu ile diğer eşkıya elebaşlarına iyi
anlatılamaması gelen bütün tekliflerin reddedilmesine neden olmuş ve bu,
ihtişamın sonu olmuştur.
Halkın saygı duyduğu ve sevdiği eşkıya taifesi zamanla
güçsüzleşmiş, itibarını kaybetmiş ve açlıkla, bitle, soğukla, umutsuzlukla
mücadele eder hale gelmiştir mağaralarda, inlerde.
Roman, yüzlerce hatta binlerce adama hükmeden dağlar
padişahı Aynacıoğlu ve kalan on sekiz adamının devlete teslim olmasıyla hazin
bir şekilde nihayetlenir:
“Beni sen yenmedin kumandan, beni yokluk, yoksulluk, kimsesizlik
yendi! Beni Deveci Dağı’nın soğuğu, biti teslim aldı. Hiç boşuna sevinme!”
Yazılı ve canlı kaynaklardan yararlanılarak yazılmış romanın
kurgusu gerçekle bire bir örtüşür. Bu tür tarihi romanların yazılmasında sanıldığının
aksine güçlüklerle karşılaşılır. Çünkü tarihi bir meselenin roman olarak kurgulanması
ve üstelik gerçeklere sadık kalınması; hem aradan hayli zamanın geçmesinden
kaynaklı alet, eşya, yiyecek, içecek vb. tüm yaşam unsurlarıyla romanın yazıldığı
dönemin yaşam unsurları arasında bir çatışmaya ve anlatımda zorlanmaya neden
olur ki bu okuyucuda yabancılaşmadan kaynaklı kopukluklara sebeptir hem de roman
kişilerinin diyaloglarının ve çevre unsurlarının o günün şartlarına uygun
olması gerekir ki bu da öz verili bilimsel bir araştırmayla olur. Bu anlamda
yazar kesinlikle zoru başarmıştır diyebiliriz. Roman iki kitap halinde ayrı
ayrı yayınlanmış olsaydı daha isabetli olurdu kanısındayım. Çünkü kitapta her
ne kadar birbirinin devamı niteliğinde olaylar anlatılsa da öne çıkan kişiler ile
yer ve olaylara bakış açısı değiştiği için ikinci kitabın birinci kitaptan ayrı
düşünülmesi gerekirdi. Buna rağmen kurguda çok büyük problemlere sebebiyet
vermeden işin üstesinde layıkıyla gelmesini bilmiştir yazar.
Bir çok yerde karşımıza çıkan kısa şiirsel tasvirlerden
etkilenmemek mümkün değil. Özellikle Eşkıyaların anlatıldığı İkinci Kitap’taki
bazı tasvirler ve kahramanların hal-i pür melallerinin şiirsel anlatımları
takdire şayandır. Ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’da gördüğüm kahramanlarının
yaşamları, kültürleri ve özellikle dillerini anlatımına yansıtma başarısını Siyami Yozgat’ta da görmek mümkündür. Yazar, Yozgatlı
olmanın bütün avantajlarını kullanarak yerel dilde kullanılan ne kadar kelime
varsa tümünü eserine yansıtmaya çalışmış hatta kahramanlarını konuştururken de natüralist
bir tavır takınmıştır. Böylece okuyucuyu, özellikle Yozgat civarının konuşma
tarzını ve kelime hazinesini bilmeyenleri, araştırmaya teşvik etmiştir. Halkın ağzındaki mani ve türkülerden
yararlanan yazar 1920’li yıllarının Yozgat, Sorgun (Köhne), diğer ilçe ve
köylerin anlatımında da gerçeğe bağlı kalmaya çalışmıştır. Ufak tefek imla ve
matbaa hatalarını saymazsak ifadedeki görsellikten ötürü yazarı tebrik etmemiz
yerinde olacaktır.
Bazen olay kesilerek Dedefakılı köylüsünün Yozgat gündemiyle
ilgili aralarındaki muhabbete yer verilmiştir. Roman tekniği açısından son
dönemde yazılan romanların paralelinde bir handikap olarak görülse de mevzunun
toparlanması ve halkın gözünde olayların nasıl tezahür ettiğinin anlaşılması
açısından bu bölümlerin özellikle tercih edildiği kanaatindeyim.
Belgesel bir nitelik de taşıyan romanın kaynakça kısmıyla da
güçlendirilmiş olması romanın inandırıcılığını artırmıştır. Romandaki
gerçeklikten yola çıkacak olursak Yozgatlılar da dahil tüm Türkiye “Çapanoğlu İsyanının”
niteliği ve amacıyla ilgili bilgi kirliliğine maruz kalmıştır. Çünkü halkın
bildiği ve bilinçaltında yeşertilmiş isyanla romandaki isyanın çıkış noktasının
ne kadar farklılık arz ettiğini görüyoruz. Halkın içinde yaşayan isyanın ilk
çıkış noktasının Mustafa Kemal’in bizzat Yozgat’a gelip Çapanoğlu beyi ile
muhatap olmasıyla başladığını bilmeyen yoktur. Oysa belgelere dayanarak
kurgulanan olaylar zincirinde böyle bir karşılaşmanın olmadığını görüyoruz. Yozgat
isyanının aydınlatılması açısından da romanda anlatılanları önemli buluyorum.
Ahmet Kaya’nın şarkısında geçen,
“Ölüm her aklına geldiğinde
Ah edip vah edip inleme
Bu halinle tanrıyı incitmiş olacaksın
Ecel kapını çaldığı zaman
Evi telaşa verme
O geldiği zaman
Sen gitmiş olacaksın...”
Ah edip vah edip inleme
Bu halinle tanrıyı incitmiş olacaksın
Ecel kapını çaldığı zaman
Evi telaşa verme
O geldiği zaman
Sen gitmiş olacaksın...”
Düşüncesinden çok uzak olduğunu görürüz eşkıyanın. Çünkü eşkıyaya
karşı da soğuktu ölümün yüzü. Eşkıya da korkardı ölümden ve hatta en çok
korkanı Katil İlyas’tı.
Keyif alarak okuduğum; bazen hüzne saplanıp kaldığım, bazen
yüzümün tebessümlere meylettiği, bazen ruhumun eşkıyalarıyla yarenlik yaptığım “Usat”
okunası bir kitaptı.
“Yağlı ilmikler, darağaçları görüyorlardı düşlerinde. İçlerinde
besledikleri büyük eşkıyaları çoktan öldürmüş, kendi canlarını kurtarmanın
derdine düşmüşlerdi.”
Her insanın içinde bir eşkıya vardır. Okuyunuz…
_ _ünalan
0 yorum:
Yorum Gönder